Öğrenme Ne Demek ve İngilizce Öğrenememe Üzerine

Eğitim sistemimiz, elbette eğer öyle bir sistemin varlığından bahsedebilirsek, ve sosyo-kültürel yapı öğrenme olgusunu insan zihninde hiç olmaması gereken bir noktaya oturttu. On beş ila yirmi yıllık bir eğitim hayatının sonunda insanların öğrenmenin tanımına dair hiçbir fikrinin olmaması, bizlere öğrenmenin hayatımızdaki yerini sorgulamamız açısından önemli bir ipucu sunuyor. Bu yazıda öğrenmenin tanımını yapıp bir takım özelliklerinden bahsedeceğiz.

Öğrenme, davranışta kalıcı ve gözlemlenebilir değişikliktir. Yani öğrenmenin gerçekleşebilmesi için belli bir davranış setine sahip olacağız ve bu davranış seti değişecek. Bunun yanı sıra, bu değişim de kalıcı hale gelecek ve öğrenen kişi ve diğer insanlar tarafından da gözlemlenebilir olacak. Örneğin, bir çocuk hayatında ilk kez topa vurduğunda biz o çocuğun topa nasıl vurulacağını öğrendiğini söyleyemeyiz. Fakat çocuğun topa vururken belli bir hedefi varsa ve topa vurma davranışı belli bir sıklıkta gerçekleşirse bir süre sonra çocuk bu hedefe ulaşacaktır. Bu noktada hedefin hangi seviyede olduğuna bağlı olarak çocuğun topa vurmayı öğrendiğini söyleyebiliriz. Bu noktada işin içine çocuğun hedefi ve buna bağlı iç motivasyonu, değiştirilmeye çalışılan davranışın tekrarlanması; yani pratik ve hedeflenen davranış setine erişim için gerekli olan zaman devreye giriyor. Yani öğrenmenin gerçekleşmesi için elimizde belli bir davranış seti olacak (topa vurma), bir hedef olacak (topu kaleden geçirme) ve bu davranış setinin düzenli olarak tekrarlanması gerekecek (pratik ve zaman).

Diğer taraftan mesleğimde geçirdiğim yıllar içinde bu tanımın biraz daha genişletilmesi gerektiğini düşünmeye başladım. Kişisel tecrübelerimden yola çıkarak öğrenmenin sadece davranışta değil aynı zamanda duygu ve düşüncelerdeki değişim için de geçerli olduğunu düşünüyorum. Zira, çocuğun topa ilk vurmaya başladığı günden itibaren içinde bulunduğu duygu durumu, o çocuğun davranışı değiştirmedeki bireysel performansını doğrudan etkiliyor. Örneğin çocuğumuz topa vurma egzersizlerine başlayalı henüz bir hafta olmuş olsun ve düzenli olarak günde bir saat egzersiz yapıyor olsun. Çocuğun başlangıçtaki hedefi çok kısa sürede çok hızlı öğrenmek ise bu onda bir hafta sonunda başarısız olduğu düşüncesini doğuracak ve bu da onda hayal kırıklığına bağlı üzüntü duygusunu tetikleyecektir. Bu düşünce ve duygu durumu onun başlangıç motivasyonunu kaybetmesine ve egzersizlerini aksatmasına neden olabilir. Çocuk, en iyi ihtimalle başlangıçtaki olumlayıcı duygu ve düşünce durumuyla egzersizlerini yapmıyor olacaktır. Bu ise pratik kalitesini düşürecek ve davranış değişikliği için gerekli olan zamanın uzamasına neden olacaktır. Ya da en kötü senaryoda çocuk, topa vurmayı öğrenme hedefinden kopacaktır. İdeal bir öğrenme sürecinde çocuğun duygu ve düşüncelerinin aşırı negatif ya da aşırı pozitif taraflara savrulmasını istemeyiz. Dolayısıyla çocuğun duygu ve düşünce durumundaki görece daha ufak değişimler onun öğrenme sürecini sürdürebilmesini kolaylaştıracağından eğer varsa bu tarzdaki dramatik duygu ve düşünce değişimlerinin daha orantılı ölçüde değişmesini arzu ederiz.

Bu noktada "öğrenme" ile karıştırılan bir olgudan söz etmek yerinde olacaktır; "anlama". Anlama, kelime anlamı olarak, "idrak etme", "kavramsallaştırma" veya "bir olgunun bilincine varma" gibi anlamlara gelir. Anlama, öğrenme değildir. Neden olduğunu bilmediğim şekilde bu iki olgu birbirine karıştırılıyor. Topa vurma örneğimizden devam edecek olursak bir futbolcunun topa vurduğunda gol attığını gören çocuk topa vurma eylemini anlamıştır ancak öğrenmemiştir. Öğrenmenin gerçekleşmesi için neler gerektiğinden yukarıda bahsettim.

Şimdi İngilizce eğitimi ile ilgili neler olup bittiğine bakalım. Ben mevcut örgün eğitim sisteminde yani okullarda İngilizce eğitimine dair maalesef herhangi bir planlama görmüyorum. Varsa, bireysel olarak bazı okullar ve o okullardaki işine aşık birkaç meslektaşım canhıraş şekilde öğrencilerine bir şeyler katmaya çalışıyor ve buna çok saygı duyuyorum ancak her öğrenci onların öğrencisi olma şansını yakalayamıyor. Üniversitelere geldiğimizde ancak bazı iyi okulların oldukça iyi İngilizce eğitimi verdiğine şahit oluyoruz ve yine, fakat herkes bu okulların öğrencisi olabilecek kadar şanslı değil. Son olarak özel sektöre baktığımızda ise karşımıza kurslar, özel dersler ve mobil uygulamalar çıkıyor. Bu tarafta da yoğun bir sosyal medya reklamcılığı almış başını gitmiş vaziyette. Buradaki anlatılanlara baktığınızda günlük on beş dakikalık egzersizle anadiliniz gibi İngilizce konuşabileceğinizi ya da sadece üç ayda makale okur hale gelebileceğinizi düşünebilirsiniz. Zira, sosyal medyada dönen bu içerikler genellikle size duymak istediklerinizi söylüyor. Gözlemlediğim bir diğer strateji ise, özellikle dersler başladıktan sonra, öğrenen kişinin ne kadar az bildiği ve ne kadar az çalıştığını ona empoze ederek öğrenmenin gerçekleşmemesinin kişinin kendi beceriksizliğinden olduğu bilincini aşılamak. Örneğin, X İngilizce öğretmeni/sosyal medya içerik üreticisi öğrencilerine o kadar fazla bilgiyi boca ediyor ve bunu o kadar sistemsiz şekilde yapıyor ki öğrenci elbette bununla başa çıkamıyor ve öğrenme süreci başarısızlıkla sonuçlanıyor.

Tüm bunlar yaşanırken bireyin öğrenme olgusunun kişiye özel olduğunu gözden kaçırdığına şahit oluyorum. Topa vuran çocuk örneğimizde olduğu gibi, çocuğun topu kaleden geçirmeyi öğrenmesi için bir hedefinin olması lazım ve bu hedefe giden yolda egzersizlerini yaparken binlerce defa başarısız olması lazım. Kişi hedefine yönelik ne kadar çok hata yaparsa öğrenme şansını o kadar arttırır. Ancak mevcut sistemde kişi, eğitim için gereken parayı ödediğinde, gereken ödevi yaptığında ve gereken sayıda derse katıldığında öğrenmenin gerçekleşeceğini garantileyen gizli bir anlaşma imzalamış gibi davranıyor. Soru sorma yok. Analiz etme ve fikir yürütme yok. Yanlış yapmaktan korkuyor ve kendisini test etmek istemiyor. Öğretmeni onu test ettiğinde testi geçemiyor olması da bu davranış setini değiştirmesi için bir neden değil çünkü mevcut eğitimin parasını verdi ve mevcut öğrencisi durumunda. En fazla atılmamak için daha çok çalışacağına dair bir takım vaatlerde bulunup üzülüyor ve yoluna aynı şekilde devam ediyor.

Öğrenme sürecinizdeki eğitmen size yol gösterendir; size işkence etmekten zevk alan cellatınız değil. O size girmeniz gereken kapıyı gösterir ancak o kapıdan geçecek olan sizsiniz. O, sizin yerinize o kapıdan geçemez. Bir noktayı öğrenmek için anlamadığınız, beceremediğiniz şeyleri analiz edip soru sormanız; merak etmeniz gerekli. Bu beceriyi geliştirmek için yola çıktığınızda her türlü öğrenme, ki buna İngilizce de dahil, çok daha kolaylaşacak.